Geçen hafta yaşadığım şirin Covid-19 durumu için oldukça fazla geçmiş olması dileği aldım. Hepsi için çok teşekkür ederim. Arada yanıtlamayı atladığım oldu ise de af dilerim.
Ağır geçmedi fakat yorucu geçti. Hastalığın kendisinden çok baskılanan diğer şeylerin - örneğin alerjileri ortaya çıkması gibi bir durum mevcut ki beni geniz akıntısı, göz yaşı ve bin senedir varlığını bile unuttuğum polen alerjimin yeniden hortlaması şeklinde etkiledi. Anlaşılıyor ki bağışıklık sistemi nasıl bir meşguliyete düşüyor ise başka şeyleri baskılamak için vakit bulamıyor.
Sonuçta dört günüm elde mendil, yaşlardan şişmiş gözler ve dinmez bir öksürük ile geçti. Dördüncü günün sonunda ise bıçak gibi birden kesildi. Onarımda hızını alamayan immün sistem bu kez de vitesi düşüremedi ve beşinci günde kendimi elde fırça, halıları yıkar halde buldum. İşi de sevdim, tam sekiz tane halıyı bahçede bir günde hallettim. Yok, şaka değil. Özetle tuhaf bir şey geçirdim.
Öyle ya da böyle bu virüs artık dünyaya uyum sağladı. Tatsız bir anı olarak seyir defterlerimize yazıldı. Çok uzun kaldı, çok şeyi bozdu ve salladı. Sonunda da bekleniyordu, savaş patladı. Oysa dün ya da önceki gün daha, stadyumda şarkı söylüyorduk hepimiz. Dünyayı güzellik kurtaracaktı ve her şey bir insanı sevmekle başlayacaktı. Olmadı. Para baskın çıktı. Savaş devasa bir ekonomidir malum... Büyük patronlar sever, ateşini düzenli aralıklarla yakarlar. Bolca da benzin taşırlar ki durmasın hemen.
Bütün bunlar olurken ve birilerinin tek derdi olan kasalar dolarken atmosfer tam gaz erimeye devam ediyor. Buzullar eriyor. Görülmemiş seller - kasırgalar ardı ardına geliyor. Yangınlar kuşak kuşak yayılıyor - durmuyor ve durdurulamıyor. Kaybolan türlere her beş saniyede bir tane daha ekleniyor. Toprak erozyon ile kayboluyor, kaybolmayan kısmı da itinayla bozuluyor. Ona müdahale, tohuma müdahale, şuna müdahale, buna müdahale... Doğa ile aynı çizgide değil doğaya aykırı işlerin peşinde, bir uçuruma adım adım gidiliyor.
Ne zaman başladı. Galiba 50'de başladı.
İkinci Dünya Savaşı sürecinde kimya dalının yıldızı hiç olmadığı kadar parladı. Savaş bittiğinde de yenisi çıkana kadar burada oluşmuş ekonomi nasıl dönecek dediler ve birileri ellerine çeşitli zehirler alıp Amerikan çiftliklerini dolaşmaya başladı. Tarım ilacı denilen şeylerin doğumu tam olarak bu gezilerdir. Tabii üç koldan da pazarlaması yapıldı. O zamana kadar ekosistemde uyum sağlanmış olan solucanlar, böcekler dev posterlere taşındı. İnsanlığın en büyük düşmanları olarak sunuldular bunlar, sırf çiftçilerin değil...
Düşman üretildiğinde kurtarıcı da tabii arkasından geliyor. Değişen rüzgarda yeni rotalar hızla çizildi. Savaş filan bir kenara bırakılıp o ekonomi gelişmekte olan - yani belini doğrultmaya çalışan ülkelerin tarımına eklemlendi. Yardım, destek, ilim - bilim diye parsel parsel ilerlediler. Arkasından da kimyasal gübre pazarını kitlediler.
Böyle şeyler tek bir kötünün eliyle ve baskısı ile olmaz İnsanlara da bir yem sallanması gerekir. Bu yem de genellikle "refah" olarak isimlendirilir. Toprakta uçucu kalmadı, canlı kalmadı, hiçbir şey kalmadı. Haliyle üreticilerde çok bol ürün, çok iyi ürün, iyi de para yaptı. Bunu gördükçe yandaki üretici de girdi, onu görünce öbürü girdi. Bir süre herkes kazandı, sonra bir şeylerin ters gittiği anlaşıldı, ama yapacak bir şey de yoktu, çünkü artık elde artık kimyasala mahkum topraklar vardı. Solucan yok, böcek yok, hiçbir canlı yok kaç yıldır ve haliyle doğal bir gübreleme yok. Mahkumsun kimyasalı almaya. Hep daha fazla, hep daha fazla, ta ki komple bitip tükenene kadar.
O da oldu.
Avrupa'nın tarımı çoktan bitti. Toprağı bitti. Bir döngüye girdi, bu döngüye girdi ve bitti. Yanıbaşında bir koca ülke temiz kalmayı becerdi. Şimdi ise ona su ve tarım deposu olma rolü biçildi. Henüz olaylar sıcak iken anlaşılmamış olabilir. Anlaşılacaktır. Umuyorum ki o gün çok geç bir gün olmayacaktır.
Evin hemen yanı, 1.30 - 1.40 boylarında plansız dikilmiş tek bir kayısı ağacı... Kaçtır geçtim önünden de sormayı hep ihmal ettim. Çocuklar yanına bir destek bağlamış, elleri değmiş belli ki, aşılanmış. Üzerinde sadece bir tane alyanaklı meyve oluşmuş. Çiçek olsa bırakacaktım ama öyle güzel olgunlaşmış ki dayanamadım koparttım. Üfledim şöyle, attım ağzıma. Öyle böyle değil. Şeker gibi.
Yeteneğim olsaydı da keşke o anın resmini çizebilseydim. Öylece, birdenbire, sabah - akşam konuşulan ve yaşamın tek merkezi sanılan her şey anlamsız geldi. Sesler gitti, ağaca bakakaldım, sevdim. Bütün kalbimle sevdim. Bütün kalbimle teşekkür ettim. O güzel an için, bana verdiği her şey için. Bir canlı topraktan çıkıyor, benim için oksijen veriyor, meyve veriyor. Bir gürültüde gözden kaçıyor, kayboluyor.
Saçma sapan atışmaları bırakıp gerçek bir gündeme dönmek lazım artık.
Toprak ne olacak. Gıda ne olacak. Nasıl korunacak. Nasıl arınacak.
Anlamı olan bir şey için anlamı olan bir mücadele vermek lazım. İlk kez çok güçlü hissediyorum ki uyuyacağız, uyanacağız ve çok geç olacak.
Ürünler bu hafta hiç ayırmadan güzel. Fahiş zamlara direniyoruz. Siz de direnin. İki kere düşünün bir kere harcayın.
Bin selam...
Yorum Yap